Piyano, Müzik, Ses Eğitiminin Beyinsel Gelişimdeki Uluslarası Araştırma ve Kanıtları

25 bin öğrenciyi içine alan ve 10 yıl süren bir araştırma:

Müzik yapmak, standart testlerdeki ve okuma yeterlilik sınavlarındaki puanların artmasında fayda sağlıyor. (James Catterall,UCLA 1997)

Ortaokuldan başlayarak müzik bölümüne eğilimli öğrenciler, akranları ile kıyaslandığında matematikte ve sözel derslerde daha yüksek puanlar alıyor. ( 2001 Music Educators Conference Araştırması)

Piyano çalan öğrenciler matematiksel ve bilimsel kavramları daha kolaylıkla algılıyor. Öyle ki onlar, oran, kesir, yüzde gibi matematiksel işlemlerde ve zaman-mekan odaklı düşünmeyi ölçen sınavlarda yüzde 34 oranında daha yüksek notlar alıyorlar. (1997, Nörolojik Araştırma)

3 yıl boyunca piyano eğitimi almış olan öğrencilerde şekil tanıma ve zihinsel imgeleme puanları önemli ölçüde artmıştır. (Phoenix, AZ, 1998 Music Educators Conference toplantısında sunulan Dr.Eugenia Costa-Giomi’nin çalışması)

Müzik ile ilgilenen öğrenciler, müzikle ilgilenmeyen öğrencilerle kıyaslandığında daha fazla akademik onur ve ödüle layık görülmüşler. Bunun yanı sıra bu öğrenciler, derslerdeki başarılarıyla da diğer öğrencilerden daha yüksek notlar alarak öne geçmişlerdir. ( ABD, 1988 Milli Eğitim Çalışması)

Konkordiya Üniversitesi ve McGill üniversitesi Montreal Nörolojik kurum hastanesindeki bilim adamları tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 7 yaşından önce alınan müzik eğitimi, görsel duyum motorlarındaki senkronizasyon işlemlerinin daha iyi çalışması gibi işlevlerin beynin korpus kallosum bölgesindeki beyaz sinir dokusuyla bağlantılı olduğunu gösteriyor.

Emory Üniversitesi Tıp Fakültesi nörologlarından Brenda Hanna-Pladdy’in yaptığı bir araştırmaya göre müziksel etkinlik, hayat boyunca devam eden zihinsel bir egzersizdir ve bu beyninizi daha zinde tutar. Yaşlılığa dair sorunlara daha kolay alışmanızı sağlar. Bir enstrüman çalmayı öğrenmek yıllarca süren pratik gerektirdiği için yaşlandıkça beyinde azalan zihinsel aktiviteleri dengelemek için beynin alternatif bağlantılar yaratmasına yardımcı olur.

Northwestern Üniversitesi tarafından yapılan başka bir araştırmaya göre de çocuklukta alınan müzik derslerinin, yetişkinliğinde müzik derslerini almasa bile çocuğunuzun beynine hayatının sonraki dönemlerinde yarar sağlayabildiğini gösteriyor. Araştırmacılar bir kişi çocukluğunda ne kadar uzun süre müzik dersi alırsa bu yararların o kadar etkili olduğunu belirtiyor. Üstelik müzik yapmanın dil ayrımını yapabilme yetisini geliştirdiğini, okul notlarını arttırdığını ve daha iyi ve uyumlu sosyal davranışları oluşturduğunu söylüyor.

Dil öğrenme, dinleme, hafıza ve motor yeteneklerini geliştiren müzik deneyimleri, farklı yetenekleri aynı anda çoklu sinirsel bağlantılar geliştirerek birleştirir.

Öğrencilerin, yüksek seviye matematiğini anlayabilmek için öncelikle orantı matematiğini ve kesirleri anlamaları gereklidir. Matematiğin bu konularını anlayamayan çocuklar yüksek teknoloji alanlarında önemli olan ileri düzey matematiğini de anlayamazlar. Ve müzik, bu süreci kolaylaştırıcı etkiye sahip bir uğraş olarak karşımıza çıkıyor.

Ayrıca müzik, uzaysal algılama becerisini de geliştirir. Bu birbirinden ayrı parçaları görebilme ve onları yeniden zihinsel olarak bir araya getirebilme becerisidir ki matematik becerileri de bu tip bir mantığa dayanır.

Enstrüman öğrenme, müzik sembollerini ve notalarını yorumlamayı da kapsar. Beynimiz bu sembolleri zaman ile uyumlu bir şekilde değişen bir dizi ses yığını olan melodilerin şekle girmiş hali olarak görür. Bu yüzden müzik yapmak, beynimizin uzay ile ilgili nesnelerin biçimini değiştirme ve gözünde canlandırma becerisini geliştirir.

Ayrıca müzik öğrenimi akademik başarı için gerekli olan disiplini de sağlar. Mississauga Toronto Üniversitesinden E. Glenn Schellenberg araştırmasında, müzik derslerinde duyguları ifade etme, müziksel aralıkları ve akorları öğrenme gibi çok farklı bölümler olduğu için evreni çok boyutlu algılamanın mümkün olacağını ve bunun IQ seviyesini etkilediğini belirtiyor.

Yapılan araştırma, Vanderbilt Blair Müzik Okulu’ndan 20 klasik müzik öğrencisi ile Vanderbilt Psikoloji bölümünden müzikle ilgisi olmayan 20 öğrenci katılmıştır. Müzik bölümü öğrencilerinin hemen hemen hepsi en az sekiz yıl müzik eğitimi almış öğrencilerdir. Çaldıkları enstrümanlar piyano, nefesli çalgılar, telli çalgılar ve vurgulu çalgılardır. Gruplar yaş, cinsiyet, eğitim, lise başarı seviyesi ve üniversite giriş puanları olarak karşılaştırılmıştır.

Araştırmacılar müzisyenlerle kontrol grubunun yaratıcı düşünme süreçlerini mukayese etmek için iki deney yapmışlardır. Birinci deneyde her iki gruba da ev eşyaları veya objeleri gösterilerek gruplardan bunlarla yapılabilecek farklı fonksiyonları yazmaları istenmiş, ayrıca gruplara (Müzisyenler ve kontrol grubuna) bazı kelime ilişkilendirme testleri de yapılmıştır. Bu deneyin kelime ilişkilendirme testinde müzisyenler kontrol grubuna göre daha fazla sayıda doğru cevap vermişlerdir. Araştırmacılar bu sonucun müzisyenlerin sözel yeteneklerinin daha iyi olduğunun bir göstergesi olduğunu ifade etmektedirler. Bu deneyin ev eşyaları veya objeleri ile oluşturulacak farklı fonksiyonlar bölümünde de müzisyenler çok daha yeni ve beklenmedik fonksiyonlar önermişlerdir.

İkinci deneyde, her iki gruba tekrar günlük kullanılan bazı objelerle yapılabilecek farklı fonksiyonlar önermeleri istenmiş, ancak bu kez beynin korteks bölümündeki kanlanma NIRS (near-infrared spectroscopy) yöntemiyle takip edilmiştir. Bu teknikle beynin nerelerine kan ve oksijen hareketi olduğu izlenerek, düşünme sırasında hangi bölgelerin aktif olduğu gözlenebilmektedir.

“Deneklerin günlük kullanılan bazı objelerle yapılabilecek farklı fonksiyonlar düşünmeleri sırasında müzisyenlerin beyinlerinin her iki yarım küresinin de aynı anda yoğun olarak aktif olduğu gözlenmiştir” diyen Folley, müzisyenlerin beyinlerinde oluşturdukları farklı ağlar sayesinde diğer insanlara göre daha farklı düşünen beyinler geliştirdiğini ve bilgiye karşı yaklaşımlarının daha farklı olduğunu vurgulamaktadır.

Araştırmacıların bulduğu diğer bir ilginç sonuç da müzisyenlerin zeka (I.Q.) seviyesinin müzisyen olmayanlara göre daha yüksek çıkmasıdır. Bu sonuç daha önce bulunan müzik eğitimi ve zeka gelişimi arasındaki ilişkiyi de destekler durumdadır. Şüphesiz zeka da zihinsel faaliyetler sonucunda beyin hücreleri arasında kurulan fiziksel ağların bir ürünüdür. Ayrıca müzik, beyin ve konsantrasyon arasında da ilginç ilişkiler vardır.

Araştırmanın sonuçları:

  • Müzik vücut üzerine doğrudan etki eder, özellikle kalp atışlarını ve metabolizmayı düzenler.
  • Belirli müzik türleri huzur veren endorfin hormonunun salgılanmasını artırır. Öğrenmeyi hızlandıracak ortamı; yani sakinliği sağlar.
  • Beyne giden kan ve oksijen miktarı müzik dinlerken arttığı için uyarıcı ve harekete geçirici etki yapar.
  • Müzik matematikseldir. Bu durum bazı beyin devrelerini harekete geçirir; kompleks ve karmaşık fikirlerin daha kolay çözülmesini sağlar.
  • Müzik ilham verir, duyguları harekete geçirir. Yaratıcılığı artırır!
  • Hafızayı geliştirir.
  • Etkili öğrenmenin temel unsuru olan beynin her iki yarısının da iyi entegre olmasına yardım eder.
  • Müzik, dinleyenlere analitik düşünme becerisi kazandırır.
  • Hafif müzik, hiperaktif çocuk ve yetişkenleri sakinleştirir.

 

Sadece 20 dakika piyano çalmanın bile, beyin fonksiyonlarını değiştirdiği belirtildi.

”BMC Neuroscience” dergisinde yayımlanan habere göre, 20 dakika piyano çalındıktan sonra, beyinde hareket ve duymayla ilgili bölümler arasında oluşan elektrik kafa derisinden ölçülebiliyor.

Almanya’nın Hannover kentindeki müzik Fizyolojisi ve Müzisyen Tıbbı Enstitüsü’nde görevli bilim adamı Eckart Altenmüller ve ABD’nin Boston kentindeki Harvard Tıp Okulu’nda görevli Marc Bangert, beynin hareket ve duymayla ilgili bölümleri arasındaki bağlantının piyano çalmaya yeni başlayan kişilerde ne kadar sürede oluştuğunu belirlemek için araştırma yaptılar.

Daha önce piyano çalmayan deneklere 20’şer dakikadan 10 kez piyano dersi veren bilim adamları, deneklere nota vermedi ve piyano çalarken ellerine baktırmadı. Deneklerin sadece melodileri dinleyip onları piyanoda çalmaya çalıştığını belirten bilim adamları, bunu yapmalarının nedeninin, beyindeki duyma ve hareketle ilgili bölgelerden başka bölgelerin etki etmesini engellemek olduğunu kaydettiler. 1. , 5. ve 10. derslerden sonra deneklerin kafa derisine yerleştirilen elektrotlar yardımıyla, hangi bölgelerin aktif hale geldiği ölçüldü. Bilim adamları, ölçümlerin sadece müzik dinletildikten ya da ses çıkmadığı halde tuşlara basıldıktan sonra yapıldığını söylediler.

Deney sonucunda, deneklerin beyin fonksiyonlarının 20 dakikalık ilk dersten sonra profesyonel piyanistlerde olduğu gibi değiştiği ortaya çıktı. Buna göre, deneklerin beyninde hareketle ilgili bölüm sadece müzik dinlediklerinde aktif hale gelirken, duymayla ilgili bölümdeki elektrik aktivitesi, ses çıkmadığı halde tuşlara basıldığında yükseldi. Her iki bölümdeki elektrik aktivitesinin, ders sayısıyla doğru orantılı olarak artığı belirtildi.

Altenmüller ve Bangert, deneklerde ayrıca beynin sağ tarafında duymayla ilgili bir bölgenin aktif hale geldiğini ifade ederek, bu bölgenin sol tarafta bulunan ve ”dili anlama” işlevinden sorumlu olan Broca bölgesine karşılık geldiğini kaydettiler. Bilim adamları, sağ taraftaki bölgenin ”müziği anlama” işleviyle ilgili olduğunu tahmin ediyorlar.

15 Ekim 2003 Tarihli Hürriyet Gazetesi Haberidir.

 

-Müzik ve Ses Üzerine Detaylı Bilimsel Araştırma ve Kanıtlar İçin Buraya Tıklayabilirsiniz.

-Whole Brain Method BGP Modülü Sayfasının Devamını Okumak İçin Buraya Tıklayabilirsiniz.

 

Yüzyıllardır insanların şarkı söylerken beyinlerinin bir yarısının sözlerle diğer yarısının ise müzikle uğraştığı düşünülüyordu. Yeni çalışmalar yapıldıkça hikaye daha karmaşık bir hale geliyor. Los Angeles’tan Joseph Bogan ve Harald Gordan adlı iki bilim adamı çalışmalarında beyindeki yarıkürelerden birinin fonksiyonunu geçici olarak yavaşlatıp birini uyanık bırakarak klasik buluşlarını gerçekleştirdiler. İki yarıküre arasında bilgi geçişinin izlerine rastladılar. Bu geçiş miktarının kişiden kişiye değişiklik gösterdiğini buldular. Çalışmaya ilk başladıklarında yapmaya çalıştıkları beyni görüntüleyerek cerrahi operasyonlarda bu bilgiyi kullanmaktı. Ancak, “Beyin Madencileri” olarak da adlandırılan bu kişiler bir süre sonra yetenek, kişilik ve benlik konusunda da önemli adımlar attılar. Bogen ve Gordon hastanedeki hastaların enselerinin sağında bulunan ana karotid damardan sodyum amital adlı anestetik maddeyi verdiler. Anestetik madde kafatasından içeriye, oradan da sağ yarıküreye girdi. Beyin yarıküreleri vücudun diğer yarısını kontrol ettiğinden Bogen ve Gordon anestezinin başarılı olup olmadığını anlamak için hastalardan her iki elleri ile el sallamalarını istedi. Hastalar sadece uyuşturulmamış yarıkürenin kontrol ettiği kısmı kontrol edebildiler ve el salladılar. Diğer bölüm ise kıpırdamadı. Hastaların sol beyni açık, sağ beyni kapalıyken, hastalardan şarkı söylemeleri istendi. Hastaların çoğu şarkıların sözlerini hatırlamakta güçlük çekti. Böylece doğanın genel kuralı bulunmuş oldu: Beynin sol tarafı kelimelerle, sağ tarafı müzikle ilgileniyor. Bogen ve Gordon araştırmalarda bir adım öteye giderek anestetik maddeyi vermeden önce hastalardan şarkı söylemelerini istediler, bunu kaydederek anestetik maddeyi verdikten sonra söylenen şarkı ile karşılaştırdılar. Bu karşılaştırmanın sonunda hastanın iki yarımküre arasındaki bilgi alışveriş miktarı, her iki yarıküreyi de kullanabilme yeteneği bulunmuş oldu. Her iki yarıküreyi de kullanabilme yeteneğine ait bir kaç hasta olduğu ortaya çıktı. He ne kadar beynin sol tarafı kelimelerle, sağ tarafı müzikle ilgileniyor gibi görünse de bunun kesin bir kural olduğu söylenemez. Daha önceki çalışmalarda okuma-yazma ve aritmetik işlemlerinin çoğunun insan tarafından (solaklar dahil) sol yarıküre ile yapıldığı bulunmuştu. Bir insanın hassas tarafı, yeni fikirlerle, düşüncelerle, görsel perspektifle -yaratıcı zeka ve zeka ile- ilgili olan kısmı ise beynin sağ yarıküresi. Beynimizdeki farklılıkların bilincinde değiliz. Sağ ve sol elle yazan insanları düşünün. Çoğu solaklar tersten yazmayı daha rahat başarırlar. Mesela Leonardo de Vinci. Günlüğünü tersten tutmuştur, daha sonra günlüğünü rahat okumak için aynanın karşısına geçmiştir. Bu insanların beyinleri (solakların) olayları daha farklı algılamaktadır. Çoğu solak, sağ elli insanların dünyasına girdikten sonra, sevecen olmayan bir öğretmenin de sınıfına düşmüşse okuma-yazma konusunda disleksia denilen problemle karşılaşabilir. İki yarıküre birbirinin aynı değildir. Her ne kadar birbirlerinin ayna görüntüleriymiş gibi görünseler de anatomik olarak da farklılıklar gösterirler. Beyin, insan vücudunun en karmaşık, anlaşılması en güç organlarından birisi. Ancak sırları gün geçtikçe biraz daha gün ışığına çıkıyor.

mehmetPiyano, Müzik, Ses Eğitiminin Beyinsel Gelişimdeki Uluslarası Araştırma ve Kanıtları